Hip-hop’un başlangıcı, 70’li yılların Amerika’sı. O yıllarda Amerika’da siyah öfke gayet büyük. 1968 yılında Martin Luther’ın öldürülüşünden sonra siyah ayaklanmalar kontrol altına alınamıyor. Şimdiye göre daha az tehlikeli Harlem’e hiçbir beyaz ayak basamıyor. Siyahlar kendi yaşam bölgelerini belirlemişler ve o bölge içinde kendi kurallarıyla yaşıyorlar. Siyahların çok fazla sorunu var; ayrımcılık, maruz kaldıkları ikinci sınıf insan muamelesi, ayaklanmalar. Peki siyah gençliğin durumu ne? Siyah gençler bir yandan siyah olmanın getirdiği bu sorunlarla, bir yandan da genç olmanın sorunlarıyla boğuşmak zorunda. Kendini ifade etmek tabii ki en önemli gereklilik. Ve bunun en iyi yolu da kendi arkadaş grubunu kurmak ve beraber bir şeyler yapmak. Örneğin parti vermek. O sıralar disko müzik pek bir moda, disko ateşi her yanı sarmış, John Travolta’nın Saturday Night Fever filmi için siyah gömlekli beyaz takım elbiseli haliyle verdiği “az önce pistte dağıtırken omuzum çıktı ama yine de dansa devam ediyorum” pozu her 3 Amerikalı beyaz gençten birinin duvarını süslemekte. Disko DJ’liği underground bir meslek olmaktan çıkmış, disko müzik her yana dağılmış. 1967 senesinde Jamayika’dan Bronx’a taşınmış olan Clive Campbell isimli bir genç ise reggae müziği New York’lu gençlere sevdirmeye çalışmanın beyhude bir uğraş olduğunu anlamış ve kendi çapında bu parçaların üzerine funk ve latino mixler atmaya başlamış.
Daha sonra DJ Kool Herc, Godfather of HipHop Culture olarak tanınacak olan Clive, 1973’de kız kardeşine doğum günü partisinde müzik işini üstleneceğine dair söz verir ve iki pikap ve iki zayıfça hoparlörden oluşan müzik sistemiyle harikalar yaratır. Partiye gelenler onun DJ’liğinden o kadar etkilenirler ki, kendi partilerinde de gelip müzik yapması için teklifler yağar. Doğum günü partileriyle piyasaya adım atan Herc işi gittikçe büyütür ve Bronx çevresinin en aranan parti DJ’lerinden biri olur.
O zamanlar DJ’lerin partilere katılan kişileri isimleriyle hitap ederek selamlaması adettendir ve Kool Herc de partilerine katılanlarla şarkı sırasında muhabbet eder. Tabii, bu selamlama karşılıksız kalmaz, particiler de DJ’e karşılık verirler. İşte yazının başındaki sözler Kool Herc’in topluluğu havaya sokmak için söyledikleridir. Müzik eşliğinde söyleşme böyle sürer giderken, DJ Herc muhabbeti müzikle uyumlu bir hale getirmeye başlar ve rap müzik işte bu salonlarda başlar.
B-Boy, Herc’in yaptığı müzik eşliğinde dans eden gençlere verdiği isim. Onları B-Boy yapan sadece dans etmeleri değil, taze hip-hop kültürünün her alanına gönülden bağlı olmaları. Yani, graffiti yoluyla binalara renkli imzasını bırakan bir genç de B-Boy. Hip-hop kültürünün diğer iki önemli öğesi breakdance ve graffiti’ye bir başka yazıda bakacağız.
Herc, partilerinde insanları gözlemlerken sade ama güçlü ritimlerin insanları dans etmeye heveslendirdiğini fark eder ve parçaların bu bölümlerini uzatmak için aynı plağı iki ayrı pikapta çalar; ritim birinde bitince öbüründe baştan başlayacak şekilde çalmaya başlar; ya da bir parçayla başka bir parçanın breaklerini arka arkaya çalar. Böylece Herc o zamana göre bile gayet ilkel sayılabilecek müzik sistemiyle hip-hop’un temeli olan breakbeats’i icat etmiş olur. Artık tek parçanın hükmü biter, parçaları karıştırarak kendi parçasını oluşturmak meşru hale gelir; hem de dinleyen herkes buna bayılır. Hip-hop kültürünün en ana kısmı olan DJ’ing ya da emceeing işte Herc’in ellerinden böyle doğar. (emcee / MC: Master of Ceremonies mikrofonu kullanmaya izni olan tek kişi) Herc’in hayranları ve partilerinin müdavimleri olan Grandmaster Flash ve DJ Bambaata da Herc’in başlattığı akımı kendi fikirleri ve imkanlarıyla genişleterek isimlerini duyurmaya başlarlar.
Bu arada sayıları gittikçe artan DJ’lerin müdavimleri, müziği kapalı odalardan sokaklara taşır; sokakta müzik çalarak, dans ederek, duvarları boyayarak hip-hop kültürünün ilk adımlarını atarlar.
Kool Herc’in sıkı hayranlarından Afrika Bambaata 73 senesinde The Universal Zulu Nation’ı kurar. Zulu Nation kendini hip-hop kültürünü yaşatmaya ve zenginleştirmeye adamış insanlardan oluşan bir topluluktur. Zulu Nation hala dünyadaki en büyük hip-hop organizasyonu olarak biliniyor. Her ırktan, her dinden ve her dilden üyesi var. Mottosu Barış, Birlik, Sevgi ve Eğlence olan Zulu Nation’ın sayfasına şuradan ulaşılıyor.
Bu üç DJ’den hangisinin hip-hop’un babası olduğu günümüzde bile tartışılmakta. Her biri kendisine bu sıfatı yakıştırıyor, hatta bu konuyla ilgili bir açık oturuma katılıp birbirleriyle dalaşmışlıkları bile var. Onların kurucusu sayıldığı bu ilk döneme şimdi old school (eski okul / ekol) deniliyor. Old school, stilin arka planda kaldığı, müziğin ve sözlerin öne çıktığı ilk hip-hop dönemi.
New school ise bu ilk dönem müziğinin girdiği çıkmazdan sonra başlayan dönemin ismi. 1979 yılında Sugarhill Gang tarafından piyasaya çıkartılan ilk rap albümü Rapper’s Delight 2 milyon satınca devamında yüzlerce rap albümü gelmiş. Seksenli yılların başında ise tüm bu albümlerin, rap parçalarının birbirine benzerliği dinleyici kitlesinde önemli bir düşüşe sebep olmuş ve rapin geçici bir akım olduğu neredeyse tasdiklenmiş. Tam o sıralarda piyasaya sürülen dijital sampler’lar, DJ’lere daha karmaşık ve özgün müzik yapma şansını verince yeni bir rap akımı ivme kazanmış. Public Enemy, KRS One, Beastie Boys ve LL Cool J’in ilk temsilcileri olduğu New school’la rap müziği yeni kimliğine kavuşmuş. Ve artık müzik listelerinden inmediği bugünkü haline kadar gelmiş.
Old school ve new school ayrımında, hip-hop kültürünün iki ana dalı olan DJ’ing ve rap söz konusu. DJ’ing konusunda yeterince bilgilendik. Peki, rap ya da rapping nasıl doğmuş?
Rap İngilizce to rap fiilinden geliyor. Rap müziği çıkmadan çok çok önceleri de kullanılan bir terim. Rapper, 20. yüzyılın başlarında polise ispiyonculuk yapan kişilere takılan isim, bildiğimiz gammazcı. Kelimenin melodik konuşmayı çağrıştırmaya başlaması 40’lı 50’li yıllara rastgeliyor. Melodik konuşmayla rakibi alt etme işlemine rap yapmak deniyor. En çok rap yapanlar radyo DJ’leri ve politikacılar. Günümüzdeki rapin en isabetli tanımlarından birini ise Public Enemy’nin beyni Chuck D. yapmış: “CNN’in getto versiyonu.”
Puff Daddy’nin, Vogue dergisinin Kasım sayısında yayınlanan röportajda söylediklerini okuyunca insan ister istemez “Getto ve çağrıştırdığı her şey hala hip-hop’un mu, hip-hop getto’dan ayrılalı çok oldu mu” diye soruyor: “Mücevherler sadece bir kızın değil benim de en iyi arkadaşım. Elmasın bana verdiği hissi çok seviyorum.”
Hip-hop ve rap ilk çıktığı gettolarda hala ilk anki heyecanıyla ve ilkeleriyle yaşıyor, can çekişse de ölmüyor. Amerikalı siyahların durumu belki 30 yıl öncesine kadar çok daha iyi ama gettolarda yaşayan gençler için durumun çok da iyi olduğu söylenemez. Gettodaki yaşamdan kurtulmak ve kendini kabul ettirmek için çok uğraşmak gerekiyor. Ne maddi durumu ne de eğitimi iyi olmayan Amerikalı bir siyah gencin ise önünde pek de fazla seçenek yok; hip-hop müzik yapmak ya da bir basketbol starı olmak için gece gündüz antrenman yapmak bu noktada tek kurtuluş gibi görülüyor.
Sosyal olarak aktif olan ve plak şirketlerinin ve reklam kampanyalarının peşinde koşmak yerine, yararlı işler yapan hip-hop sanatçıları da var. Örneğin Camp Cool J ve birçok artist AIDS araştırmalarına bağışta bulunuyor, seçim kampanyalarında aktif roller alıyorlar. Amerika’da hip-hop’çuların etkili bir politik güç olduğunun fark edilmesi Bill Clinton zamanına dayanıyor. Yapılan araştırmalar göstermiş ki, Bill Clinton’un saksofon çalması, müzikle ilgili olması ve siyahların sorunlarına gösterdiği ilgi ona seçimlerde çok oy kazandırmış. Seçime katılan genç siyahların %84’ü, yani neredeyse tamamı oylarını Clinton’a vermişler. Uzun bir zaman sonra Amerika’da Demokrat Parti’li bir Başkan’ın seçilmesinde önemli rol oynayan hip-hop jenerasyonu, şimdi politik gücünün çok daha farkında ve oluşturulan sayısız sivil örgütle kendini gösteriyor. Geçtiğimiz seçimlerde Demokrat Parti adayı Al Gore da Clinton’ın yolundan giderek seçime kısa bir süre kala Fugees’in eski elemanlarından Wyclef Jean’in kendisini desteklediğini açıklayarak oy istemişti.